2001 – Dünya, Türkiye ve Hidropolitik Durum

Panelistler:
Zekai ŞEN
Mahir KAYNAK
Ali İhsan BAĞIŞ
Veysel EROĞLU

 

SU VAKFI BAŞKANI PROF. DR. ZEKAİ ŞEN’İN DEĞERLENDİRMELERİ

Su Vakfı tarafından Dünya Su günü ilk defa bu yıl kutlanmıştır. Su kaynaklarının korunması ve işletilmesi, suyun değişik yönleri ile uğraşan kişilerin bir araya getirilmesi Su Vakfının başlıca hedefleri arasındadır. Ayrıca kendi kültürümüzden gelen su medeniyetinin, tarihimizin, kültürümüzün bir takım canlılıklarını yeniden ortaya koyabilmektedir. Çeşmeler medeniyeti diye bir medeniyet Osmanlı dışında hiçbir medeniyette yoktu. Ama şimdi bu medeniyet ölmüştür. Bundan önce Su Vakfı 4 tane panel düzenlemiştir. Bunlar arasında enerji, doğal afetler ve su kaynakları konulu paneller vardır. Önümüzdeki Temmuz ayında ise su kaynakları ve çevre ile ilgili Uluslar arası bir panel düzenleyecektir. Nasıl tema vakfının tüm neşriyatının altında “Türkiye çöl olmasın” diye bir ibare varsa. Su vakfının parolası “Türkiye susuz kalmasın” dır. Bizler mühendisler olarak çözümlerimizi yapıyoruz ama bu yeterli olmamaktadır. Bunun ötesinde politikacıların, strateji uzmanlarının, hukukçuların bu gibi konularla ilgilenmeleri gerekir. Su Vakfı olarak önem verdiğimiz konulardan bir tanesi de ülkemizin meselelerini yurt dışında temsil edecek ve gerektiğinde uluslar arası platformda savunabilecek kişilerin yetişmesine her zaman katkıda bulunmaktadır. Su Vakfının diğer bir amacı ise üniversiteler ile işbirliği yapmaktır. Tamamen tarafsız olarak su meselelerine çözüm bulmaktır. Türkiye’de mühendislik çalışmaları uluslar arası seviyededir fakat politikacılarımızın da uluslar arası seviyede olması gerekmektedir. Türkiye “Kuraklık ülkesi” diye bir takım görüşler vardır ama ben bu görüşlere katılmamaktayım. Çünkü ülkemiz su zengini değil aynı zamanda su fakiri de değildir.

Bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için yıllık kişi başına su sarfiyatının 8.000 – 10.000 m³ olması gerekir. Fakirlik sınırı ise 2.700 m³’tür. Türkiye’de ise kişi başına düşen su sarfiyatı 3.000 m³ civarındadır. Gerekli önlemler alınmazsa bu sınır daha da aşağılara düşebilir ama bir takım makul plan ve projelerle çalışılırsa bu sınır daha üst seviyelere çıkartılabilir. Fakat ne kadar yükseltilirse yükseltilsin Türkiye su zengini bir ülke de olamaz. Türkiye’de kuraklığın sebeplerinden birisi de su kaynaklarının verimli bir şekilde işlenmemesidir.

STRATEJİ UZMANI PROF. DR. MAHİR KAYNAK’IN DEĞERLENDİRMELERİ

Panelin Dünya ve Türkiye kısmı ile ilgili konuşmuştur. Türkiye dünyanın neresindedir? Biz geçmişte Türkiye’nin nerede olduğunu aşağı yukarı biliyorduk. Doğru olmasa bile bize söylenen bir şey vardı. Dünya doğu ve batı bloğu olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Türkiye batı bloğundaki yerini almıştır. Türkiye’nin geleceği kendi rızası ile belirlenmemektedir. Çoğu zaman kendime şu soruyu sordum. Eğer dünya paylaşıldığında Türkiye batıya Polonya doğuya düşseydi ne olurdu? Cevabını da kendim veriyordum. Hepimiz eski komünistler olurduk. Yani bir yerde politik olarak bizim bulunduğumuz yerler kendi tercihlerimiz sonucu değildir. Amerika, Avrupa ve Rusya gibi büyük güçlerin birbirlerine karşı konumları nedir? Bu ilişkiler yumağı içerisinde Türkiye nereye oturmaktadır. Üstelik buna da Türkiye’de kimse cevap veremiyor. Buna dair bir şey söylediğimiz zaman ise sürekli itirazlar gelmektedir. A.B.D. Türkiye’nin Avrupa birliğine girmesini desteklemektedir. A.B.D. gönül rızası ile jeopolitik bir öneme sahip Türkiye’yi A.B. ye bağışlamaktadır. Bu doğru mu acaba? A.B.D. ile Rusya arasında Sovyetler birliğinin çökmesinden sonra ciddi bir yakınlaşma söz konusu olmuştur yani Sovyetler Birliğini dağıtmak için tüm kaynaklarını kullanan A.B.D. bunu başardıktan sonra üstüne çıkıp tepinmemiştir. Onu ayakta tutmak için 50-70 milyar dolar harcamıştır. Acaba nedendir? Bütün bunların hiçbirisi tartışılmıyor. Şu anda bildiğimiz gibi ekonomik kriz dolayısıyla A.B.D.’den destek istiyoruz. Avrupa bu konuda bize daha uzak. Rusya ile çok yakın ilişkilerimiz oldu. Hatta biz şunu söylüyorduk “dikkat ediniz beyler, siz enerji açısından Rusya’nın kontrolüne giriyorsunuz.” Yani Türkiye bu anlamda bölünmüş bir durumdadır. Bir tarafta üye olmak istediği A.B. diğer tarafta ekonomik destek aldığı A.B.D., bir diğer tarafta da ticari ilişkilerini geliştirmeye çalıştığı ve enerji açısından bağlanmakta hiçbir sakınca görmediği Rusya bulunmaktadır.. Bütün bunlar herkesin söylediği gibi “globalleşme var”, “artık ayrılık gayrılık kalktı.” ve “global ekonomide bir tane süper güç var o da Amerika ve herkes onun cazibesi etrafında dönmektedir.” Şeklindeki iddiaları kabul mü edeceğiz o zaman. Ama görüyoruz ki mesele o kadar sade değil, dünya çapında büyük bir mücadelenin tam ortasındayız. Biz bu mücadelenin neresinde olduğumuzu tarif etmek zorundayız. Ondan sonra Ortadoğu’da ne olacaktır sorusuna cevap aradıktan sonra Türkiye’nin su meselelerine bir çözüm bulabiliriz. Yani şöyle bir iddia hiçbir zaman kabul edilemez ve doğru olamaz. Ortadoğu’nun su ihtiyacı var, kaynaklar Türkiye’de onun için A.B.D. ve Avrupa onlara su verilmesini istiyor. Niye istesin ki yani Arap ülkeleri susuz kalırsa ne olur? A.B.D. neden onların susuz kalmasını istemiyor? Neden Afrika’da açlık sefalet varken onlara yardım etmiyor da Arap ülkeleri susuz kaldığı zaman onlara su temin etmek için Türkiye’ye baskı yapıyor. Bu sorunun cevabını almak lazım. Mesela A.B.D. Somali’de kıtlığı bahane ederek oraya asker çıkardı. Neden, başka yerde açlık yok muydu? Acaba oradaki tercih A.B.D.’nin stratejik çıkarları açısından mı gerekliydi? İran’da ki rejim değişikliği ile anti-Amerikan bir duruma geçiş nedeniyle, Fars körfezi güvensiz olunca, Kızıldeniz’i güvenlik altına almak için mi böyle bir harekette bulundu? Şu anda da A.B.D. ile Türkiye’nin ilişkisini şöyle mütalaa etmekteyiz. A.B.D. Türkiye’nin A.B.’ne girmesini neden istiyor? Peki bir tane makul sebep söyleyebilir misiniz? Bizim medeni, demokratik olmamızı mı istiyor. Bizim kendi başımıza medeni olacağımıza ihtimal vermiyor da A.B. içinde ıslah edilebileceğimize mi inanıyor. Türkiye’nin A.B.’ne girmesi ile A.B.D. bu bölgede herhangi bir çıkar kaybına uğrayacak mıdır? Olursa, “olacak o kadar, insanlık adına bazen çıkarlar geri plana atılabilir” diye düşünmek mi lazımdır? İşte biz buna itiraz ediyoruz. Sizin şu anda gördüğünüz manzara yanlıştır ve yanıltıcıdır. Dünya üzerinde çıkar çatışması ve yeni dengelerin oluşması için büyük bir mücadele vardır. Bu çatışmanın tarafları bellidir. Bir yanda A.B.D., diğer yanda Avrupa ve diğer bir yanda da Rusya vardır. Rusya’nın dağıldığı ve bu bölgedeki hakimiyet savaşından çekildiği yanlıştır.

Türkiye’de kendi geleceğini tayin edecek bir yapı olmadığı için, biçildiği yerde kalacaktır. Türkiye stratejik olarak kuşatılmaktadır. Rusya, İran ile yakın ilişkiler kurarak Türkiye’nin Kafkaslara girmesini engelliyor. Bunun yanında Balkan ülkeleri A.B.’nin üyesi olmaktadır. Irak anti-Amerikan cephede yer almaktadır ve Suriye’nin konumu da belli değildir. Bir Avrupa Rusya ittifakı olması durumunda Türkiye’nin ortada kalacağı oldukça açıktır.

A.B.D. Türkiye’yi bırakabilir mi? Eğer A.B.D. Türkiye’yi kaybederse Amerikalılar turist olarak bile Atlantik’i geçemezler. Abartılı ama istikameti gösteriyor. A.B.D. Ortadoğu’yu kaybederse yerine Meksika ve Venezüella’da petrol kuyuları açarak ihtiyacını karşılayamaz mı? Eğer petrolü bir yakıt olarak düşünürsek, A.B.D.’nin Ortadoğu’dan çıkmasının hiçbir sakıncası yoktur. Ama petrolün bugün yakıt olmaktan ziyade önemli bir işlevi daha vardır. O da dünya parasal hareketini kontrol etmesidir. Bir örnek verelim. Bundan iki sene evvel petrolün varili 10$’dı, ansızın ne üretimde bir azalma ne de tüketimde bir artma meydana gelmeksizin varili 30$’a fırladı. Ekonomistlerin arz-talep kanunu hiç işlemeden petrolün fiyatı üç misline çıkmıştır.

A.B.D.’nin dünyada iki görevi vardır. Bunlardan birincisi petrol ihraç eden ülkeleri kontrol etmek, ikincisi ise hububat ihraç eden ülkeleri kontrol etmektir. Dolayısıyla dengeyi bozabilecek verimli tarım topraklarına sahip Mezopotamya’yı kapsayan G.A.P.’ne A.B.D.’nin itirazları olmuştur.

İSKİ GENEL MÜDÜRÜ PROF. DR. VEYSEL EROĞLU’NUN DEĞERLENDİRMELERİ

Türkiye’de su orta ölçekte vardır ama bu suyun akıllı bir şekilde kullanılması lazımdır. İstanbul’da 1994 yılına kadar su sıkıntısı çekiliyordu çünkü o zamanki yöneticiler küçük düşünüyorlardı, günü kurtarmak peşindeydiler. Biz ise büyük düşünerek ve kendimize güvenerek bu su sıkıntısını kökünden çözdük. Son yaşanan kuraklığa rağmen İstanbul su sıkıntısı çekmeyecektir. Eğer Istranca derelerini İstanbul’daki barajlara akıtmasaydık bugün İstanbul’daki bazı semtlere belki hiç su verilemeyecekti. Geçen yıl son 50-60 yılın en kurak yılı olmasına rağmen İstanbul’da su sıkıntısı çekilmemiştir. İstanbul’a göç devam ettiği için yatırımların devam etmesi gerekmektedir. Ayrıca olimpiyatlar esnasında su talebini karşılamak için yapılmış tesisimiz 2.600.000 kişiye su verebilecek kapasitededir. İkinci bir tesisimiz bitmek üzere aynı zamanda üçüncüsünün de yeri hazır beklemektedir.

PROF. DR. ALİ İHSAN BAĞIŞ’IN DEĞERLENDİRMELERİ

Su sorununun önemi ülkelerin coğrafi konumuna bağlı olarak değişmektedir. Örneğin kuzey ülkeleri su kıtlığı çekmezken, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu ve Doğu Akdeniz Ülkeleri kuraklık ve su kıtlığı ile karşı karşıyadırlar. Sonuç olarak su birçok ülkenin iç ve dış politikasında etkili olmaktadır. Ortadoğu’da dönüşümü olmayan su kaynakları hoyratça kullanılmaktadır. Bunun başlıca nedenleri yüzeysel suyun yeterli olmaması ve yer altı su kaynaklarının bilinçsizce tüketilmesidir. Bunun yanında tarımsal sulamada eski ve geri yöntemler kullanılmaktadır. İsrail ve Ürdün’ün bir kısmında sulamada ileri teknolojinin kullanılması ise istisnai bir durumdur.

Genel durumu kısaca özetledikten sonra Ortadoğu’daki durumu biraz açmakta yarar vardır. Şöyle ki son yıllarda su sorunu telaffuz edildiğinde hemen savaş ve çatışma senaryoları üretilmektedir. Bu senaryolar genelde batı kaynaklı olduğu gibi maalesef bölge içinden de gelmektedir. Bunun en büyük nedeni de ne yazık ki Ortadoğu düşünce sisteminin rasyonel olmayıp daha ziyade retorik söylemler ile çoğu zaman gerçeği unutturmasıdır.

Türkiye bölgeler arası az gelişmişliği asgariye indirmek amacıyla Güneydoğu Anadolu Projesini (GAP) 1980’li yıllarda uygulama yoluna gitmiştir. GAP entegre bir proje olup, sosyal ve ekonomik bir kalkınmayı hedeflemektedir. Barajlar ve hidroelektrik santralleri sayesinde Türkiye, büyük ölçüde enerji açığını da asgariye indirecektir. Sulamayla birlikte önce tarıma dayalı sanayileşme gelişecek ve buna bağlı olarak bölgenin refah düzeyi yükselmiş olacaktır.

İşte elektrik enerjisi ve sulamanın ilk etabının gerçekleştirilmesi amacıyla 1990 yılı Ocak Şubat aylarında bir aylık devre için Atatürk Barajında su tutulmasına başlanmıştır. Bunun üzerine Suriye başta olmak üzere, Irak ve Arap dünyası kıyametler koparmaya başlamış ve Türkiye aleyhinde dünya kamuoyunu yönlendirmeye girişmişlerdir. Esasen Türkiye iyi niyetinin bir ifadesi olarak Atatürk Barajında su tutulmasına başlanmadan önce, bölge ülkelerine özel bir heyet göndererek durumu izah etmeye çalışmıştır. Ancak buna rağmen karşı taraftan anlayış görmemiştir. Körfez savaşı sırasında bazı müttefik ülkeleri Türkiye’ye ve Irak’a zarar vermek amacıyla, Dicle sularının kesilmesini telkin etme yoluna gitmişlerdir. Ama buna rağmen Türkiye iyi niyetinin bir ifadesi olarak, suyu bir silah olarak kullanmak yoluna gitmemiştir. Oysa ki Suriye terörist PKK’yı besleyerek ve Türkiye’nin ikazlarına rağmen bu tutumundan vazgeçmeyerek Türkiye’den bu yönde taviz alacağını düşünmüştür. Hata bununla da kalmayıp Arap ülkelerini ve Arap ligini de sürekli yanlış bilgilerle etkilemeye çalışmıştır.

Türkiye’nin bu iyi niyetli uyarılarına rağmen, tavrını değiştirmeyen Suriye’ye karşı Ekim 1998’de Türkiye-Suriye sınırına askeri yığınak yapmak zorunluluğu doğmuştur. Durumun ciddiyetini ve vahametini anlayan Hafız Esad, PKK başı Abdullah Öcalan’ı ülkesinden çıkarmak zorunda kalmıştır.

SINIR AŞAN SULAR SORUNUNUN ÇÖZÜM YOLLARI

Uluslar arası ilişkilerde ihtilaf her zaman “hukuksal” boyutuyla düşünülmemelidir. Uyuşmazlığa taraf olan ülkeler, uyuşmazlığı hukuksal bir ihtilaf kabul ettikleri taktirde bunu yargıç yada hakemlik gibi hukuksal yollardan çözebilirler. Sorun siyasi olarak görülüyorsa siyasal çözüm yollarına başvurabilirler. Hiçbir ülke kendi iradesi dışında bir uyuşmazlığı hukuksal veya siyasal yollardan çözmeye zorlanamaz. Mesela Türkiye, Suriye ve Irak arasında uyuşmazlıkların zamanla çözümü konusunda iki veya çok taraflı bir anlaşma olmadığından sözde var olan uyuşmazlığın barışçı yollardan çözümlenebilmesi için ülkeler iyi niyetlerini ortaya koymak zorundadırlar. Uyuşmazlığın barış ve güvenliği tehdit eder bir mahiyet alması halinde Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 33. Maddesi gereğince taraflar bu uyuşmazlığı barışçı yollardan çözümleme yoluna gitmektedirler. Taraf ülkeler arasındaki iyi niyet ve işbirliği arzusu her türlü uyuşmazlığın çözümü için esas olan en önemli etkendir.

Sınır aşan sularda yukarı kıyıdaş ülkeler teknik nitelikte danışma ve işbirliğini gerçekleştirebilmek için aşağı kıyıdaş ülkelere önceden bilgi vermekle yükümlüdürler. Ancak bu bilgi verme aşağı kıyıdaş ülkeden izin isteme şeklinde düşünülmemelidir. Esasen Türkiye GAP’ın uygulamaya başlamasından önce ve uygulama sırasında uluslar arası hukuktan kaynaklanan her türlü vecibelerini yerine getirmekle iyi niyetini komşularına göstermiş bulunmaktadır.

Sınır aşan sular konusunda kıyıdaş devletlerin haklarını ve yükümlülüklerini belirleyen kapsamlı ve tüm uyuşmazlıklara uygulanabilen nitelikte uluslar arası kurallar bulunmamaktadır. Ancak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun “Devletlerin Ekonomik Hak ve Yükümlülükleri” hakkındaki 12 Aralık 1974 tarihli kararın 3.maddesini dikkate almakla yükümlüdürler. Uluslar arası bir kural haline gelen bu madde hükmüne göre bu kaynakları paylaşan ülkeler diğer kıyıdaş ülkelere esaslı zarar vermemek ve kıyıdaş ülkelerin hukuksal menfaatlerini ihlal etmemek diğer bir deyişle nehir sularından hakkaniyet ölçüleri içerisinde faydalanma ve paylaşılmasına dikkat etmek zorundadırlar.

Uluslar arası hukuk komisyonu ülkelerin hakkaniyet ve makul ölçüler içerisinde hareket etmesini tavsiye etmektedir. Şöyle ki;

  1. Coğrafi, hidrografik, hidrolojik, iklimsel, ekolojik ve doğal nitelikteki diğer etkenler
  2. Kıyıdaş devletlerin sosyal ve ekonomik ihtiyaçları
  3. Kullanımın diğer kıyıdaş ülkelere olan etkileri
  4. Sınır aşan suların mevcut potansiyel kullanımları
  5. Sınır aşan suyun doğal özelliklerinin korunması, geliştirilmesi ve su kaynaklarının ekonomik kullanımı, bu amaca yönelik olarak alınan tedbirlerin mahiyeti.

Keban barajının dolumu sırasında Türkiye, tarafların ortak iradeleriyle, Fırat nehrinden önce 350 m³/sn ve 1987 geçici protokolüne göre 1990 yılında 500 m³/sn su bırakmıştır.

Özetle Türkiye’nin Fırat ve Dicle’den yararlanma konusundaki çabalarının daha fazla sınırlandırılmasını istemek, Türkiye’nin egemenlik haklarının sınırlandırılması olduğu gibi iyi komşuluk ilişkilerinden de daha fazlasını talep etmek demektir.

Sınır aşan sularla ilgili hukuksal durumu bitirmeden önce bu sularla ilgili hukuksal görüşlere de kısaca değinmekte fayda görmekteyim.

  1. Mutlak Egemenlik Görüşü (Harmon Doktrini) Bu görüş ilk kez 1895 yılında ABD ile Meksika arasındaki Rio Grande uyuşmazlığına uygulanmış olup yukarı kıyıdaş devletin mutlak egemenliğini kabul eden bir görüştür. Bu görüş olumsuz yönleri içerdiğinden artık terkedilmiştir.
  2. Doğal Bütünlük Görüşü Bu görüş, tamamen aşağı kıyıdaş ülkenin yararına bir görüş olup mutlak egemenlik görüşüne bir tepki olarak doğmuştur.
  3. Kullanımda öncelik Bu görüş mutlak egemenlik görüşünün biraz deha esnek şeklidir ve yukarı kıyıdaş devlet tarafından kullanılması aşağı kıyıdaş ülkenin önceliği olduğunu kabul etmektir.
  4. Hakkaniyete uygun kullanım

Bu görüş, ülkeler tarafından en fazla rağbet gören ve uluslar arası komisyon tarafından da benimsenen bir görüştür.

Görüldüğü gibi, sınır aşan sular ihtilafını çözmek şimdilik hukuk açısından mümkün görünmemektedir. Bu nedenle 1980 yılından beri Türkiye, Irak ve Suriye arasında bu uyuşmazlığa bir çare bulmak üzere “Ortak Teknik Komite” oluşturulmuş olup yapılan 30’a yakın görüşmelerden bir sonuç alınamamıştır. Görüşmelerin 5.’si yapıldığında Türkiye 3 aşamalı bir plan ileri sürmüştür. Bu plana göre;

  1. Su kaynakları envanter çalışmaları yapılmalı
  2. Toprak kaynaklarının envanter çalışmalarını kapsamalı
  3. Su ve toprak kaynaklarının envanter çalışmalarının sonuçları bu aşamada değerlendirilerek bir sonuca varılmalıdır.

Ancak Irak ve Suriye bu plana karşı gelmekte ve buna karşı da bir alternatif sunmamaktadırlar.

Netice itibariyle, yine de bu uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için işbirliğinden başka çare de görünmemektedir. Ancak işbirliğinin olabilmesi için duruma göre aktörlerin politika, davranış ve düşüncelerinde bir değişikliğe gitme zorunluluğu vardır. Uluslararası ilişkilerde bir değişiklik süreci yaşanmakta olup teknolojik gelişme, karşılıklı bağımlılık her geçen gün artmaktadır. Ancak Ortadoğu ülkeleri arasındaki ilişkiler hala güç politikası esasına dayanmaktadır. Karşılıklı bağımlılık Ortadoğu’da bağımsızlık ve egemenliğin yok olacağı şeklinde telakki edilmektedir. Suyun gittikçe azaldığı bölgede bazı ülkeler ısrarla gıdada kendi kendine yeterlilik peşinde koşmaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden birisi bu ülkelerin komşularına karşı olan güven eksikliği duygusudur.

Kanımca, bu yönde başarıya ulaşabilmek için Türkiye’nin çok daha fazla aktif bir politika izlemesi gerekmektedir. Zaman zaman Ortadoğu barış görüşmeleri sırasında Fırat sularının başka güçler tarafından gündeme getirilmesi oldukça düşündürücü gözükmektedir. Bu bakımdan bölge içinde ve dışında bu baskı karşısında kalmaması için Türkiye, Irak ve Suriye sınır aşan sular uyuşmazlığını hakkaniyete uygun ve akılcı bir şekilde sonuçlandırabilme şansını kaçırmamalıdırlar.